6 Mayıs 2011 Cuma

Büyük Serüven





Jack London | Roman / Amerikan Edebiyatı / Oda Yayınları Amerikan edebiyatının kralı diye anılan Jack London roman ve öykülerinde bizleri genellikle kuzeyin buzlu diyarlarında ya da güney denizlerinin sımsıcak ikliminde dolaştırır. Ama bu kez Meksika’nın ezilen köylülerini ve eski Maya uygarlığından artakalan zenginliklerin yağmalanışını anlatıyor. Yer yer fantastik öğelerle süslü nefes kesici egzotik bir roman.

Yükseklik Korkusu






Paul Auster | Roman / Amerikan Edebiyatı / Can Sanat Yayınları / 245 sayfa

Her kitabıyla okurlarını şaşırtan, her seferinde bambaşka serüvenlerle, bambaşka dünyalarla buluşturan yazar, bu kez de Saınt Louıs’in arka sokaklarında yetişen öksüz, bıçkın bir gençle, Walt’la tanıştırıyor bizi; ama sıradan bir genç değil bu, kendisine sahip çıkan bir Macarla tanıştıktan sonra hayatı değişen, boşlukta durabilmeyi, hatta uçabilmeyi öğrenen bir genç.

Her sayfasında okuduklarınıza inanmakla inanmamak arasında gidip geleceğiniz bu roman, birbirine bir baba oğuldan da yakın iki kişinin serüveni olduğu kadar bir mucizenin de masalı.

Azizler Kampı




Tadeusz Novakovski | Roman / Polonya Edebiyatı / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Polonyalı yazar Tadusz Novakovski, “Azizler Kampı”nda bahtsız bir ulusun 2 nci Dünya Savaşı sonundaki yazgısını dile getirir. Almanların kurduğu ve Amerikalıların yönetimine geçen vatansızlar kampında bir avuç Polonyalı geleceğe kuşkuyla bakmaktadır. Bu bahtsız insanların yaşamlarını anılar ve geriye dönüşlerle anlatırken gerçekçi romantizmin güzel bir örneğini veren Novakovski, kişilerine elle tutulur bir canlılık kazandırıyor

Ateşin Efendisi Şaman

Harald Bream | Roman / Yurt Kitap Yayın

Sibirya’nın Moğolistan ile birleştiği dünyanın ücra bir köşesinde; Tayga, Tundra ve uçsuz bucaksız bataklıkların arasında yaşamaktadır avcı Bokan. Göçebe kabilesi ezelden beri ren geyiklerinin peşinde oradan oraya göç etmektedir. Bokan, kabilesinin diğer üyelerine benzememektedir: Gizemli rüyalar ve garip olaylar onu diğerlerinden ayırmaktadır. O, bir şaman olacaktır. Bu nedenle “nehirdeki ihtiyar” onu yanına alarak gizemli mağarasına ve hayat ağacına götürür. İhtiyar adam onu yaşamın ve doğanın büyük gizleriyle tanıştırır, ona büyülü bir davul yapar, onu atalardan kalma danslar ve törenlerle tanıştırır. Bokan, gri bir kurt eşliğinde kaderine doğru yola çıkar. Balık insanlarının yanında Sungari isimli bir kızla tanışır, onu sever ve “büyük han”ın atlılarından kaçar. Çinli bir demirciden maden işleme sanatını öğrenir. Ve Bo-han adını alarak ateşin efendisi sıfatıyla bir şaman olmaya hak kazanır.

Murtaza(Orhan Kemal)





Kitabın Konusu: Murtaza’nın unvan namus şeref işini hakkıyla yapma uğruna yaşadığı olaylar edindiği düşmanlıklar ve yaptığı mücadele anlatılır.

Kitabın Anafikri : İnsanın sorumlulukları vazifesi hayatındaki her şeyden önce gelmelidir.



Yardımcı Fikirler:

1)İnsan vazifesini hakkıyla yerine getirmelidir.

2)İnsan hayatında sorumluluklarına paradan daha çok önem vermelidir.

3)İnsan vazifesini yaparken akrabalarına yakınlarına torpil geçmemelidir

4)Ebeveynler çocuklarını yetiştirirken iyi yetiştirmelidirler.

5)İnsan hayatında paradan daha önemli şeyler olduğunu unutmamalıdır.

6)Çalışanlar görevlerinde üstlerine karşı saygılı olmalıdır.

7)İnsanları düşünceleri alay konusu yapılmamalıdır.

8)Çocuklar babalarını kandırmamalıdır ve karşı gelmemelidirler.

9)Resmi yerlerde memur gibi üst görevlilere torpil geçilmemelidir.

Kitabın Özeti:

Murtaza Yunanistan’dan mübadeleyle Çukurova’ya gelmiş bir muhacirdir.Kolağası Hasan dayısı gibi asker olup savaşarak şehit olmak en büyük isteğiydi.Mübadele yapıldıktan sonra Çukurova’ya gelen muhacirler topraklarını satıp konaklar evler alacak kadar zengin olmuşlardır.Murtaza ve onun gibi düşünenler ise ezan seslerine kavuştukları için şükretmiş mal mülk istememişlerdir.Murtaza mal mülk istemese de ailesi istemiştir.Erkek kardeşi zengin olmayı başarmıştır.Annesi parasızlıktan ölmüştür.Kız kardeşiyle Murtaza İstanbul’a gelmişlerdir.Murtaza Çukurova’da bir kızı tanımış beğenmiştir.Kızı beğenmesinin ası nedeni kızın babasının da Murtaza gibi düşünüp zengin olma derdine düşmemesidir.Murtaza daha sonra bu kızla evlenmiştir.Kız kardeşi de birisiyle evlenmiştir.Murtaza’nın en büyük hayali dayısı gibi askerlik ile ilgili bir görev alıp savaşlarda şehit olmaktı.Ama istediği olmadı askerlikle ilgili bir meslek bulamadı.O da üniforma giyebilmek için mahalle bekçisi oldu ve işini titizlikle yaptı.Hırsızlara, haksız kazanç sağlayanlara, mahalleyi rahatsız edenlere göz açtırmadı çünkü ona göre her ne meslek olursa olsun önemeliydi ve düzgün yapılmalıydı.Mahalleli bundan rahatsız oldu ve türlü türlü oyunlar yaptıysadalar Murtaza’dan kurtulamadılar.Mahallelinin komiseri de Fen Müdürü olan arkadaşı Kamüran’ın fabrikadaki bozulan disiplinini görünce ona Murtaza’yı tavsiye etti.Böylece Murtaza fabrikaya gece kontrolü oldu.Murtaza hep erkek çocuğunun olmasını istedi, onun dayısına benzemesini ve onun gibi asker olup savaşlarda şehit olmasını istedi.Kız çocuklarından sonra erkek çocuğu oldu adını da Hasan koydu.Hasan istediği gibi dayısına benzemedi.Futbola düşkün oldu babasının istediği gibi askeri okula gitmedi sanat okuluna gitti.Murtaza da umudunu yeni doğan çocuğu Hasan’a sakladı.Murtaza yeni doğan çocuğunun da ismini Hasan koymuştu.Murtaza küçük oğlu Hasan’ın istediği gibi olduğunu sanıyordu.Oysa Hasan babasını kandırıyordu.Babası büyüyünce hangi okula gideceksin diye sorduğunda Kuleli Askeri Lisesi dediğinde Murtaza çok seviniyordu dünyalar onun oluyordu.Aslında Hasan babasını kandırıyor babasından para alabilmek için öyle söylüyordu.Murtaza bunu anlamıyordu.Murtaza çalışmaya başladığı fabrikada işçiler tarafından sevilmedi.Çünkü işçiler işten kaytarıyor işlerini aksatıyorlardı.Murtaza’da onlara engel olduğu için işçiler onu sevmediler onlarda mahalledekiler gibi türlü oyunlara başvurup işten atılması için çalıştılar ama başarılı olamadılar.Çünkü fen müdürü Murtaza’ya güveniyor ona tam yetki veriyordu.Öyle ki hemşerisi Nuh bile buna şaşırıyordu.Bunun nedeni ise fabrikanın bozulan disiplininin Murtaza’nın sayesinde düzelmesiydi.Murtaza’nın küçük oğlu Hasan babasını kandırmakla kalmadı ve bir gün bakkaldan ekmek çaldı.Murtaza bunu duyunca çok üzüldü adeta yıkıldı.Bakkal mahkemede Hasan’ı affedip cezasını iptal ettirecekti ama Murtaza oğlunun bu yaptığını ona hiç yakıştıramadı ve onu affetmedi mahkemede hakime cezasını çekmesi gerektiğini söyleyip salonu terk etti.

ANA DÜĞÜM:Murtaza dayısı gibi savaşarak şehit olabilecek mi?

ARA DÜĞÜMLER:

1)Murtaza askerliğe yakın olarak hangi mesleği bulacak?

2)Mahalleli Murtaza’yı kovabilecek mi?

3)Murtaza’nın erkek çocukları dayısına benzeyecek mi?

4)Murtaza fabrikada tutunabilecek mi?

5)Fen müdürü işçilerin şikayetlerini kabul edecek mi?

6)Murtaza fabrikaya giren hırsızı yakalayabilecek mi?

7)Murtaza’nın kızı Firdevs hastalığından kurtulabilecek mi?

8)Murtaza küçük oğlu Hasan’ın onu kandırdığını anlayacak mı?

9)Murtaza’nın küçük oğlu Hasan ceza alacak mı?

10)Murtaza küçük oğlu Hasan’ı affedecek mi?

FİGÜRLER:

Murtaza:Romanın ana kahramanıdır.Sivri uzun burunlu, kalın kapkara kaşlı, geniş alınlı, yeşil gözlüdür.Sorumluluklarını vazifesini çok iyi bilir,vazifesini her şeyi üstünde tutar cesur bir muhacirdir.

Murtaza’nın Karısı:Mavi gözlü, zayıf, paraya önem veren ünvana şerefe önem vermeyen bir kadındır.

Kamüran:Fabrikanın fen müdürüdür.Laubali her şeyi ciddiye almayan ama gerektiğinde de ciddi ve doğru davranmasını bilen her zaman Murtaza’nın arkasında olan peşin hükümlü olmayan çapkın eğlenceye düşkün akıllı biridir.

Akile Hala:Zeki yardımsever düşünceli hep Murtaza’nın yanında olan onu düşünen biridir.

Kontrol Nuh:Kalın kemikli, geniş yüzlü tilkiyi andıran bir yüzü vardır.Laubali işini ciddiye almayan, yalaka, çıkarlarını düşünen, Murtaza’dan nefret eden Fen müdürünün hemşerisi şımarık biridir.

Azgın Ağa:Kaba bıyığı püskül püskül kaşları bir doksan boyunda iri yarı zamanında savaşlar katılmış mert bir adamdır.

Hasan:Murtaza’nın büyük oğludur.Zayıf uzun boylu annesi gibi mavi gözlü akıllı biridir.Babasını sevmez futbola düşkündür.

Hasan:Murtaza’nın küçük oğludur.Murtaza büyük oğlu dayısına benzemediği için küçük oğlunun da adını Hasan koymuştur.Ama küçük oğlu Hasan da babasını sevmez ve onu kandıran kötü biridir.

ZAMAN:Romanın geçtiği zaman verilmemiştir.Kitapta

Murtaza 1925’lerden sonraki mübadelede Türkiye’ye göç etti.

1946-47’lerde yurdun her yanı demokrasi naralarıyla çalkalandığı…

gibi cümlelerin yanında;yarın,gece yarısı,ikindi saati,bir saat 45 dakika,öğle,akşam üstü gibi kozmik zamanlar da kullanılmıştır.

MEKAN:Çukurova,Yunanistan, İstanbul, kahvehane,fabrika,iplikhane,dokumahane,mahalle,

karakol,lokanta,ev,bakkal dükkanı olayların yaşandığı yerlerdir.

ANLATICI-ANLATIM ŞEKİLLERİ VE ANLATIM TEKNİKLERİ:Olaylar kamera sessizliğinde gözlem yapılarak anlatılmıştır.Yani gözlemci figür bakış açısı kullanılmıştır.Romanda geriye dönüş tekniği de kullanılmıştır.Leitmotif tekniğine yer verilmiştir.Murtaza’nın ‘Yukarda Allah Ankara’da devlet burada da ben’ sözü romanda geçen leitmotif örneğidir

BAKIŞ AÇISI:.

Anlatıcı; beğenen taktir ve tasdik eden, tenkit yönelten ve özeleştiride bulunan bakış açısı sergilemiştir.

DİL:Yazar herkesin konuştuğu ortak dili kullanmıştır ve herkesin anlayabileceği bir dil kullanmıştır.Yabancı terimlere yer vermemiş sade yalın anlaşılır bir dil kullanmıştır.

ÜSLUP:Yazar hem uzun hem kısa cümlelere yer vermiştir.Tasvirlerde bulunurken uzun cümleler kullanmayı tercih etmiştir.Edebi sanatlara, tamlamalara yer vermemiş akıcı olmasına özen göstermiştir.Bazı tekrarlanan tasvir cümleleri romanın akıcılığını bozsada roman bundan olumsuz şekilde etkilenmemiştir.

HÜKÜM VE SONUÇ:Orhan Kemal yazılarında gerçeklilik çizgisinde yalın açık bir anlatım kullanır.Bu romanında bu özelliğini devam ettirmiştir.Değişik olarak o kendine has köy, Anadolu tasvirlerine yer verememiştir.Bunun nedeni olarak romanın İstanbul’da geçmesini gösterebiliriz.Eserde kendi görüşlerini direkt olarak ifade etmemiştir ama kahramanları aracılığıyla zaman zaman düşüncelerini yansıtmıştır.

Orhan Kemal Murtaza romanında dönemin şartlarını açık anlaşılır okuyucuyu sıkmayacak şekilde sade gerçekçi bir dille anlatmıştır.

ÖMerin Çocukluğu





Ömer’in Çocukluğu Kitap Özeti

Kitabın Adı : Ömer’in Çocukluğu

Yazarı : Muallim Naci

Türk edebiyatının önemli ve yenilikçi isimlerinden biri olan Muallim Naci’nin çocukluk hâtıralarından oluşan “Ömer’in Çocukluğu” isimli eserinde yazar, kendine özgü çocuk dünyasını, mahallesini, arkadaşlarını, ailesini, hocalarını bize anlatıyor. Ama bu anlatımı öyle güzel bir üslûpla yapıyor ki zaman zaman Ömer’le ağlıyor, bazen de Ömer’le eğleniyoruz ve yaşadıklarıyla heyecanlanıyoruz. Yazarın dili o kadar tatlı ve cazip ki, o dönemden bu yana çocukluğun tadının hiç değişmediğini fark ediyoruz sayfalar arasında dolaşırken.



“Ömer’in Çocukluğu” çocuk edebiyatımızın, hâtıra edebiyatımızın muhteşem ve unutulmaz bir örneğidir. Bu eseri okuyup da sevmeyen yok gibi. Büyüklere de hitap ediyor çünkü, küçüklere de. Muallim Naci’nin en yaygın eseridir “Ömer’in Çocukluğu”. Zira birebir yaşanmış olayları aktarmakta, yaşanmış küçüklük hâtıralarını dile getirmektedir. Yazarın son derece canlı, çarpıcı ve lirik bir üslûp ile anlattığı olaylar zinciri, biz büyükleri de çocukluk yıllarımıza götürmektedir. Eserde, medeniyetimizin temel taşlarından olan mahallenin kendisine has dünyasını, okulda geçen serüven dolu günleri, yazarın babasının ölümü dolayısıyla ailesinin yaşadığı üzüntüyü, ağabeysinin bir anlamda ona öğretmenlik yapmasını ve tabiatıyla yaramazlıklarını okurken kimi zaman eğleniyor, kimi zaman da hüzünleniyoruz.Muallim Naci, bütün bu yaşanmışlıkları öylesine hoş ve ilgi çekici bir dille anlatıyor ki, o dönemden bu yana çocukluğun tadının değişmediğini anlıyoruz. Yani çocuk her zaman çocuktur. “Ömer’in Çocukluğu”, ya da hepimizin çocukluğu…

Ömer’in Çocukluğu - Muallim Naci, Hazırlayan: Mehmet Nuri Yardım, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul 2006, 92 sayfa.

ÇANAKKALE SAVAŞI

 
 
 
 
 
 
1. Türkiye'nin Jeopolitik ve jeostratejik önemi : Özellikle son yüzyıl içinde Osmanlı toprakları yağmalanmaktaydı ve Osmanlı, Balkanlardan kovulmuştu; İstanbul üzerindeki kavga ise sürüp gidiyordu. I.Napolyon'un "Asıl büyük sorun şu oluyor; İstanbul'a kim egemen olacaktır" şeklindeki değerlendirmesi, Boğazlar'ın önemini açıklıyordu.

Ancak siyasi ve askeri dengeler, çatışan menfaatler Boğazlar'a göz dikenlerin, kollarını bağlıyordu.


Müttefik Devletler için Türkiye'nin Önemi


Merkezi Devletler (Almanya) Gözüyle Türkiye'nin Önemi


2. Bölgenin Coğrafi ve Askeri Açıdan Etüdü:


Genel


Müttefik Devletler Akdeniz Seferi Kuvvetler Başkomutanlığı'nı İlgilendiren Mesafeler


Kritik Arazi Arızaları


Çıkarmaya Müsait Plajlar


Akarsular


3. Geçmişte Çanakkale Bölgesinde Yapılan Tahkimat ve Alınan Savunma Tedbirleri: Yıldırım Beyazıt 1390 yılındaGelibolu Boğaz Muhafaza Komutanlığı'nı kurdu ve bu göreve Sarıca Paşayı atadı.

Fatih Sultan Mehmet 1462-1963 yılında, Kilitbahir Kalesi ile Karşı kıyıda Çimenlik Kalesini yaptırdı.

Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa, Sultan IV.Mehmetin emri ile 1659 yılında Seddülbahir ve karşısındaki Kumkaleyi yaptırdı.

4.Uzak geçmişten bu yana boğazlardan geçiş girişimleri:

a. M.Ö.480 yılında Pers Kralı Birinci Dara'nın oğlu Serhas Helen topraklarını işgal etmek için Nara Burnu ile Akbaş Limanı arasında kurdurduğu köprü üzerinden ordularını Avrupa'ya geçiren ilk komutandır.

b. Daha önceki yıllarda Truva Savaşlarındada her iki yönde Çanakkale Boğazı'ndan geçişler olmuştur.

c. M.Ö. 334 yılının baharında Büyük İskender'in Makedonya'dan hareketle ordusunu Çanakkale Boğazı'ndan geçirerek bu bölgeyi ve yakın adaları ele geçirdiği ve Asya seferine yöneldiği bilinmektedir.

d. M.Ö.191 yılında Romalılar, Eceabat yöresinden Batıya geçerek Roma hakimiyetini kurdular.

e. 1190 yılında Haçlı Seferleri sırasında, Alman İmparatoru ordusunu Anadolu'ya Gelibolu'dan geçirmiştir.

f. Süleyman Paşa 1352 yılında Enrenos Bey, Ece Bey gibi komutanları ile Çanakkale Boğazı'ndan Rumeliye geçti.

g. 1770 yılında Cebelitarık'tan dolaşıp gelen Rus Donanması Çanakkale Boğazına girmeye çalıştı. Fakat 1659 yılında Sultan IV.Mehmet tarafından yaptırılan Seddülbahir Kalesi toplarının şiddetli ateşleri nedeni ile Boğaz'a giremedi.

h. Nara hizalarından geçerken Asya sahilinden şiddetli bir topçu ateşi yedi. İngiliz flosunun dönüşü şanslı olmadı. Nara önlerinde 29 ölü, 138'I yaralı olmak üzere 167 kayıp verdiler. Bütün gemiler hafif veya ağır hasara uğramıştı.

i. Kırım Savaşı sonunda, 1856 Paris Antlaşması ile Karadeniz ve Boğazlar'daki Rus tehdidi önlenmiş oldu.

j. Bir İtalyan flosu, Trablusgarp Savaşı sırasında, 18 Nisan 1912 günü. Çanakkale Boğazı dış tabyalarını topçusu ile dövdü, mukabele gördü, etkili olamadı. İtalyanların sekiz muhripten oluşan diğer bir flosu, 19 Temmuz 1912 gecesi Boğaz dahiline akın tipi bir harekat yaptıysa da, bir sonuç sağlayamadı. Başarısız oldu.
II.BÖLÜM
1. Siyasi Genel Durum: Batı ve Doğu Avrupa'daki savaşlar nihayet statik (hareketsiz) bir şekle yani mevzi muharebeleri karekterine dönünce, her iki taraf mecburen yeni arayışlar içine girdiler; tarafsız ülkeleri kendi yanlarına çekme girişimleri canlandı.

2. 1908-1914 yılları rasında Osmanlı İmparotorluğu'nda meydana gelen olaylar:


İkinci Meşrutiyetin ilanı.


31 Mart (13 Nisan 1909) Vakası.


Trablusgarp (Libya) Savaşı.


Balkan Savaşı (17 Ekim 1912 : 29 Eylül 1913)


Babıali Baskını.


3. Askeri Genel Durum:


Batı Cephesi (Fransa)


Osmanlı Devleti'ndeki durum


III.BÖLÜM
1. Savaşa Sürükleniş: Ruslar'ın Galiçya Cephesinde ikinci bir başarısı, Türkler'I endişelendirebilir.Almanya'nın yanında fiilen savaşa katılmasına mani olabilirdi. Şu halde birşeyler yapmalı ve Türkler dahil savaşa sokulmalıydı. Alman İmparotoru ve Başkomutanı

II. Kayzer Wilhelm, İstanbul'daki büyükelçisi Wangenheim'a durum bu merkezde iken, şu önemli talimatı verdi: "Osmanlı kabinesinin bütünü ile muvafakatını almak mümkün olmadığı takdirde, ordu veya donanmanın ani bir emirvaki (oldu bitti) yaratması suretiyle Türkiye muhakkak savaşa sokulmalıdır."

2. 03 Kasım 1914 : 18 Mart 1915 tarihleri arasında boğazdaki deniz savaşları :
IV.BÖLÜM
1. Müttefik devletlerin çıkarma hazırlıkları, çıkarma ve taarruz planları, harekata ayırdıkları kuvvetler:


Çıkarma hazırlıkları


Çıkarma ve taarruz planları


Müttefik Devletlerin harekata tahsis ettikleri ilk kuvvetler


2. Türklerin savunma hazırlıkları, savunma planları ve savunmaya ayırdıkları kuvvetler:


Türklerin savunma hazırlıkları


Türklerin savunma düzeni ve savunmaya ayırdıkları kuvvetler


Savunmaya tahsis edilen kuvvetler


V.BÖLÜM
1. 25 Nisan : 27 Nisan 1915 tarihleri arasında cereyan eden gösteriş ve yanıltma hareketleri:


Kumkale Çıkarması


Beşiğe gösteriş hareketi


Saroz Körfezi gösteriş hareketi


2. 25 Nisan 1915 : 09 Ocak 1916 tarihleri arasındaki muharebeler:
VI.BÖLÜM
Çanakkale Savaşı Müttefikler tarafından; hayati gerekçelere, kolay ve parlak zafer ümitlerine ve Türk direnişinin çok zayıf olacağı ihtimaline dayatılarak başlatılmıştır.

Maceranın sonu bilhassa Büyük Britanya İmparotorluğu için hüsranla, acı ile bitmiştir.

Maddi ve manevi kayıpları yanında Müttefikler Gelibolu'daki çarpışmalarda en az 250.000 kişilik bir zaiyat verdiler. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı'da en büyük prestij, itibar kaybına Çanakkale'de uğradılar.

Çanakkale Savaşı bizim için Birinci Dünya Savaşını'nın zaferle sonuçlanan tek cephesidir. Her ne kadar Doğu Cephesi'nde de, 1878 yılında Ruslara kaptırdığımız üç ilimizi kurtarmış isek de Çanakkale Savaşının yeri başkadır.

Aziz şehitlerimizi, kahraman gazilerimizi rahmetle, şükranla ve derin saygıyla anıyoruz. Vatan severlikleri ve kahramanlıkları şimdiki ve gelecekteki Türk kuşaklarına örnek olsun.
SONUÇ:

A. KİTABIN ANA FİKRİ: Çanakkale Savaşı; o tarihe kadar benzeri görülmemiş büyüklükte bir donanmanın desteklediği, çok uluslu kara, deniz ve hava kuvvetleri tarafından birlikte gerçekleştirilen deniz aşırı bir harekat olması itibarı ile önem ve özellik arz eder.

B. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER: Kitabın realist bir yaklaşım, engin bir araştırma ve bilgi birikimi sonucu ortaya çıktığı bir bakışta anlaşılmaktadır. Çanakkale Savaşını soru işareti bırakmayacak şekilde incelemiş olan bu kitap öğrenmek isteyenler için ideal bir kaynaktır.


Pembe İncili Kaftan






Kitabın adı : Pembe İncili Kaftan

Kitabın Yazarı : Ömer Seyfettin

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsan, yaptığı fedakarlık büyük veya küçük olsun hiçbir zaman övünmemelidir.

KİTABIN ÖZETİ

Osmanlı devletinin başında bu dönemde Şah İsmail adında bir bela vardır.Vezirler bu deli adama elçi göndermek için toplanmışlardı.gönderilecek elçi cesur,ölümden korkmayan,devletin şanına yakışacak bir kişi olmalıydı.Sarayda, Enderunda, divanda böyle bir kişi yoktur.Vezirlerden biri Muhsin Çelebi’nin adını ortaya atar.Bunun üzerine sadrazam Muhsin Çelebinin çağrılmasını ister.Peki kimdi bu Muhsin Çelebi.

Muhsin Çelebi: Cesur, doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan, akıllı bilgili, Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyen, hali vakti yerinde, garibi, zayıfı gözeten bir baba yiğittir.Muhsin Çelebi sadrazamın emri üzerine huzura gelir.Sadrazam ondan el etek öpmesini beklerken o eğilmez.Sadrazam onun bu hareketine kızmasına karşın ona elçilik teklifinde bulunur.Muhsin Çelebi bu görevi devleti için kabul eder.Elbette ki bu büyük devletin elçisi;atları,hademeleri ve giysileriyle ihtişamlı olmalıydı.Muhsin Çelebi bu giderleri, sadrazamın ısrarına karşın, kendisinin karşılayacağını söyler. Çünkü o fedakarlığın karşılıksız olacağına inanıyordu.Giderler için bütün varlığını rehin vererek tüccarlardan on bin altın alır.Bu parayla ihtiyaçları karşılar. Bir de Sırmakeş Toroğlu’ndaki: Kumaşı Hint’ten incileri Venedik’ten gelme Şah İsmail’in hayatında göremeyeceği pembe incili kaftanı sekiz bin altına alır.Bu kaftanı padişaha hediye etmek için herkes sıraya girmektedir. Muhsin Çelebi hazırlıklarını tamamlar.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Karısını iki çocuğunu akrabalarına bırakarak yola koyulur. Muhsin Çelebi Tebriz’e vardığında halk ve şah onu şaşkınlıkla karşılar. O her zamanki gibi başı dik göğsü ilerde Şah İsmail’in huzuruna varır. Padişahın mektubunu öperek Şaha uzatır.Ayağı öpülmeyen Şah sapsarı kesilir. Muhsin Çelebi sağına soluna bakar ve oturacak bir şeyin olmadığını görür. Bunun ayakta beklemeye mecbur bırakmak için yapılmış bir davranış düşünerek o göz kamaştıran kaftanını tahtın önüne serer ve üzerine oturur.Şah,vezirleri komutanları ¤¤¤¤¤laşmıştır.Muhsin Çelebi gür sesiyle:Padişahının hiçbir ecnebi padişah karşısında eğilmeyeceğini ve dünyada Türk Padişahı kadar asil bir padişahın olmadığını söyleyerek huzurdan izin istemeden ayrılır.Kapıdan çıkarken Şah’ın askeri kaftanı arkasından getirir.Muhsin Çelebi sesini yükselterek ‘bir Türk asla yere serdiği şeyi sırtına koymaz.’diyerek oradan ayrılır.

Muhsin Çelebi sağ salim ülkesine döner.Herkes pembe incili kaftana ne olduğunu merak eder. Fakat o bu yaptığını anlatacak kadar küçük bir insan değildir. Muhsin Çelebi elçilikten kalan malzemelerini satarak küçük bir bahçe alır.Üsküdar pazarında sebze meyve satarak geçimini sağlamaya başlar.Düştüğü bu acı durum karşısında o hiçbir zaman yaptığı fedakarlıkla övünmemiştir.

KİTAPTAKİ KİŞİLER

Muhsin Çelebi: Hikayenin baş kahramanıdır. Muhsin Çelebi 40 yaşlarında, namerde muhtaç olmayacak kadar servete sahip akıllı bir insandı. Tek ülküsü “Allah’tan başkasına secde etmemek, kula kul olmamaktı.” Aynı zamanda savaş zamanlarında Kuba bölüklerinde kumandanlık yapardı. Doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan bir yiğitti.

Vezirler: Kubbe altı vezirleridir.

Sadrazam: Başbakandır. Vezirlerin başıdır.

Şah İsmail: Kurnaz, zalim, gaddar bir adamdır. İran devletinin şahıdır.

SİNEKLİ BAKKAL





Yabancı birisi geld. gösterilen iki yer: Mustafa Efendinin İstanbul bakkaliyesi öteki imamın evi.



Mustafa efendi : Bakkal < Boyu kısa ,vücudu cılız,beyaz sarığı,hayli kırlaşmış sakal>Oğlu Tevfik

İmam : Karısını genç kaybetti bir daha evlenmedi.Emine adlı bir kızı var.Başka kimsesi yok.

Emine: Beyaz tenli,kara gözlü,titiz,suratsızdı,gülmezdi.17 yaşında meşhur zenne rolüne çıkan ‘’ Kız Tevfik’’ lakaplı delikanlıya kaçtı.Münasebetleri mektep sıralarında başladı.’’Şol cennetin ırmakları’’ ilahisini bir ağızdan söylemişlerdi.

Tevfik: Kestane rengi gözleri,yaramaz maskara bir oğlandı.Dul annesiyle dayısı bakkal Mustafa Efendi’nin yanında yatar kalkardı.İstanbul sokaklarında sürter dururdu.

Sanatkarlık şöhreti dayısının bahçesinde karagöz oynatırken başladı. Mustafa efendi oğlana cep harcılığı çıkacağını düşündü.

19 yaşında Tevfik kadın rolüne çıkan orta oyuncularının en meşhurlarından oldu.

Aynı sene birbiri ardınca dayısını ve anasını kaybetti.Birinde dükkan,ev,bahçe kaldı.



Emine, Tevfik’ten oyunculuğu bırakıp bakkallık edeceğine söz aldı.İmamın evinden kaçtı.Mahalleli yardım etti.Nikahları başka bir mahallede kıyıldı.İmam mahalle huzurunda kızını reddetti.



Dükkanı yönetemeyen Tevfik dükkanda çırak oldu. ,Emine dükkanın başına geçti.

Mahalle kadınlarına göre Tevfik-Emine ayrılma durumu Leyla-Mecnun Hikayesi gibidir.

Tevfik Orta oyununu Göksudadır.Saray Tevfiki idareten Geliboluya sürdüler.Emine Tevfikin çocuğunu dünyaya getirmiş ve adını Rabia koymuştur.

Rabia : Akranları gibi 5 yaşında tabla dökmeye ,kahve fincanı yıkamaya başlamış.

İmamın Adı: Hacı İLHAMİ EFENDİ

Hacı İLHAMİ EFENDİ torunu Rabianın ilk tahsilini kendi eline aldı.

Rabia 11 Yaşında hafız oldu.Nisan ayında doğmuştur.

Rabianın başarısı ilk Valde Camiinde olmuştur.

Rabia pazartesileri kökte Nejat efendiye gidip ders almaktadır.

Sabiha hanımın Emine ve kızı Rabia yı sevmemesinin nedeni Tevfiktir.

Sabiha hanımın tiyatro merakı tevfikin gitmesiyle bitti.

Sabiha hanımın üvey kızı Mihridir.

Mahalle satıcıları ve sokaktaki kabadayılar Rabia ya alay etmek için Abla derdi.

Selim Paşa Zalim bir hükümdarın Zaptiye nazırı (Emniyet müdürü) olarak zor bir iş yapmaktadır.

Selim paşa ile Sabihanın evlilikleri 30 yılı aşmıştır.

Selim paşa ile Sabihanın tek çocukları vardır Hilmi.

Hilmi peltek,musikiye düşkün olması ve Sabiha hanımın başka çocuk doğurmayınca Selim Paşa gizlice bir buğday tüccarının kızıyla evlendi.Konaktan uzak bir yere yerleştirdi.2. Karısı Hilmiden daha çelimsiz bir kız doğurdu.2 sene sonra ölü bir kız doğururken öldü.Bu olaydan sonra S.Paşa Sab. Hanımın karakter sahibi biri old. Anladı.

Sabiha hanım tüm olaylardan haberi vardır.S. Paşaya annesiz kalan Mihriyi kendi evladı gibi büyütmeyi teklif etti.

Mihri 16 yaşlarındadır.

Sabiha H. Gelini Dürnevdir.Çerkezdir.Kendisine bağlı ve ikinci sırada yer alacağını düşünerek yabancı gelin almıştır.

Dürnev S. H. A sormadan emirler vermeye başlamış S.H haddini bildirmek için Kanarya adında bir Çerkez kızı satın aldı.

Hilmi Galatasaray lisesinden 1. likle çıktı.Fakat Maliyede küçük katipdir.Aylığı terzisinie bile yetişmiyor.Babasını sevmiyordur.

Kanarya köşkte Gülbeyaz, Nevgice, Maypeyker bu 3 kişiye kemence ve ud öğretecektir.

Tevfik’in hastalığı tifodur.

Zati beyin görev alışılmışın dışın gazete ve risale girdiğinde padişaha bildiriyorlardı.

Mahallenin çocukları Tevfik in karakola görütürülmesiyle ‘’Tevfik amcayı dağa kaldırmak’’ oyunu oynuyorlardı.

Konaktaki sıkıntılar 4 gün içinde sokağa hatta İstanbul’u sardı.

Tevfik ve Hilmi Şam’ a sürüldüler.Götürüldükleri geminin adı Şevket-i Dera

PEREGRİNİ: İspanyol soylusunun oğludur. Madrit’ te doğmuş,büyümüştür.Babasını bilmiyordu anası büyütmüştü.Milano’ ya gitmek istemiştir.Memlekete(Osmanlıya) geleli 15 sene olmuştur.

Sabit Beyağabey mahallenin gençlerinin saydığı 1. kişidir.Onun dediklerine uyulur.

Konağı hizmetçisi Şükriye hanımdır.

2. Mabeyinci konağında her sene mevlüt okyan hafız Peyami efendi ölünce Rabia ilk kez Mevlit okumaya

Başladı.

İkbal hanım 55 senedir İstanbulda fakat Türkçesi iyi değildir.

İkbal hanımın yeğeni Behire hanımın kardeşi Ariftir.Arif Nejat efendiden sonra en iyi Türk Piyanistidir.

Missis Hopkins,Efendinin Robert Kolejinden gelen İngilizce hocasının madamıdır.

İstanbul bakkaliyesinde soğan,sarımsak,peynir gibi kokulu şeyler satılır.

PEREGRİNİ: 15 senelik İstanbul hayatı vardır.

Rabia ile evlenmek için Müslüman olmuş. İsmi Rabia tarafından OSMAN olarak değiştirilmiştir.

40 lı yaşlardadır.40,41 yaş.

Rabia Mayısın ilk günü Osman ile evlendi.

Bilah Mihri ile hıdrellez günü evlendi

Osman Rabia nın dedesi İman efendiye aylık 500 kuruş para veriyor.

Osman yaz geçinceye kadar kalmak için Boğaziçindeki yalıya taşınmak istiyor.Rabia başta istemiyor sonra kabul ediyor

Rabia ölen dedesi İmamın evine taşınmak istiyor.8 senedir görmemiştir evi.Ev bakıma alınıyor.Taşınılıyor.

Osman Rabiaya yardımcı olması için eski hizmetçisi Eleniyi getiriyor.

Tevfik Siyaset mağdurları cemiyeti kurdu.

vadideki zambak





KİTABIN ÖZETİ:



Aristokrat bir ailenin küçük oğLu Felix de Vandennesse, ailesinin sıcak sevgisinden ,ilgisinden yoksun, otoriter bir ortamda yetişmiş çalışkan bir çocuktur.Restauration devrinin yakLaştığı sırada Felix'
i babası Tours'a çağırır.Felix, babasının davetine hemen itaat eder.Tours'a gittikten sonra bir gün bir baLoya katıLır.Baloda bir genç kadın görür.Onun güzelliği karşısında adeta büyüLenir, ona karşı derin bir sevgi duyar.Bu genç kadını uzun süre unutamaz.Bir gün, İndre nehrinin kıyısında Clochegourde satosunda bu genç kadınLa karşıLaşır.enç kadının adı Kontes Henriette de Mortsauf'tur.Feliz, kadının güzeLLiğinin vadinin adı ile özdeşLetiğini düşünür.Vadinin adı Zambak'tır.Henriette de tıpkı zambaklar gibi temizi saf ve güzeLdir.Felix ve Henriette tanışırLar.Henriette, Felix'e hayat hikayesini anlatır.Henriette, evLidir ve kocası asık suratLı, sert, soğuk bir insandır.Mutsuz bir hayatı vardır.Felix de ona aiLesinin haLLerinden, kederLi çocukLuğundan bahseder.KarşıLıkLı dertLeşmeLer her ikisinie birbirine yakınLaştırır.AraLArında temiz fakat gizLi bir aşk başLar.SürekLi görüşmektedirLer.Bir gün, Felix'in mevki sahibi oLabiLmesi için buradan uzaklaşması gerçeği iLe yüz yüze geLirLer.

Feliz, saraya girer, XVIII. Louis'in dikkatini çekmeyi başarır ve kısa zamanda danıştay başyardımcıLığına kadar yükseLir.Aşkına sadıktır, Henrietteyi asLa unutmaz, sürekLi mektupLaşırLar.İki yıLLık bi ayrıLıktan sonra tekrar görüşürLer.Henriette'nin kocası uzun süren bir hastaLığa yakaLanınca Henriette iLe Feliz arasındaki iLişki daha da derinLeşir.Fakat bir süre sonra feliz, Paris'e dönmek zorunda kaLır.

Felix paristeki hayatı sırsında, elif tabakadan Lady Dudley adından biri iLe tanışır.Onun gösterişinden etkiLenir ve bir süre sonra aşık oLduğunu zanneder.Bu oLayı öğrenen Henriette hastaLanır, sonunda felixi affetsede bu hastaLık oun öLümüne neden oLur.GüzeL, parıLtıLı ingiLiz Lady'den bıkan feLix, Clochegourde'e geri döner.Geldiğinde Henriette can çekişmektedir.Henriette, ona bir mektup bırakmıştır.Mektupta; aşkı,arzuLarı ve ahLaki değerLeri, eş oLma sorumLuLuğu arasında yaşadığı çeLişkiLer, çatışmaLar yazmaktadır.Henriette, sonuna kadar ahLakını muhafaza etmekLe birlikte pek çok kez içinde savaşlar yaşamıştır.Feliz, bir süre sonra kendini toparLamaya çaLışarak Paris'e döner.Orada, kendini edebiyata,biLime,poLitikaya vererek avutmaya çalışır

Mehmet Akif Ersoy-Safahat




Türü: Şiir dizisi



Basıldığı yayın evi ve basılış tarihi:
İnkılap Kitabevi, 1999 – Ocak



Sayfa Sayısı: 600



Yazarı Hakkında Bilgi :

İstiklâl Marşı şâiri. Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı. 1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi. Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm'de yayınlanır. Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da "Millî Şâir" ismini almıştır.

Özet;

Mehmet Akif, hem bir şair, hem bir yazar; hem de hatiptir.Bir taraftan Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r-Reşad’daki makaleleri, şiirleri, çevirileriyle, diğer taraftan vaazlarıyla halkı toparlanmaya ve düşmana karşı birlik olmaya çağırmıştır.Birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı devletinin ve Arapların toparlanması, birlik olması için çok gayret etti.Kurtuluş savaşı sırasında Kuva-yı Milliye’den yana yazılar yazdı.Bu esnada Anadolu’ya geçerek Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Burdur Milletvekili olarak görev yaptı. Bu arada Konya ayaklanmasını önlemek ve halka öğüt vermek için Konya’ya gönderildi. Oradan Kastamonu’ya geçti, Nasrullah Camisi’nde Sevr Antlaşması’nın iç yüzünü, Kurtuluş Savaşı’nın niteliğini anlatan coşkulu bir vaaz verdi, bu vaaz Diyarbakır’da basılarak bütün vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.Mehmet Akif milletini ve dinin seven, insanlara karşı merhametli davranan, şair tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan meşhur bit Türk şairdir. İstiklal Marşı şairi olması bakımından da ‘’Milli Şair’’ ismini almıştır. Şairin en büyük eseri safahat genel adı altında toplanan 7 kitaptan oluşmuştur. Şair bu eserinde halka seslenmiş, yalın ve halkın anlayabileceği bir dili tercih etmiştir.

MO’NUN GİZEMİ – Gülten Dayıoğlu

MO’NUN GİZEMİ – Gülten Dayıoğlu






Avustralya’ya gidiyordum. Uçakta, her haliyle garip ve gizemli , genç bir adamla tanıştım. Kendisi Genetik Mühendisiydi. Onunla İnsan kopyalama olgusu üzerine , ürperti verici konuşmalar yaptık. Daha sonra o bana , roman yazmam için , yürek hoplatıcı bir serüven aktardı. Bu serüveni , birbirlerine tutkulu bir aşkla bağlı olan Defne ve Burç adında , liseli iki genç yaşamıştı. Böylece her sayfasında, acaba sorusuyla insanı kuşatan, bu soluk kesici roman ortaya çıktı.
Ne var ki, Bu olayda aklıma takılan bazı soruların yanıtlarını , hala bulabilmiş değilim : Yok arkadaşım Burç, gerçek bir insan mıydı? Yoksa ben, gen teknolojisi ve canlı kopyalama yöntemiyle , laboratuvarda oluşturulmuş , biriyle mi yolculuk yapmıştım? Okurlarımdan bu romanla ilgili olarak bana gelen, övgülerle birlikte “Bu roman gerçek mi ? Mo diye bir yaratık var mı ?” sorularını içeren mektup ,faks ve e.mail’ler den anladığım kadarıyla sevgili gençler, Mo’nun gizemiyle adamakıllı kuşatılmış durumdalar.

İncİ The Pearl






Kino, a young pearl diver in La Paz, enjoys his simple life until the day his son, Coyotito, is stung by a scorpion. The wealthy town doctor will not treat the baby because Kino cannot pay the doctor’s fee, so Kino and his wife, Juana, are left only to hope their child is saved. That day Kino goes diving, and finds a great pearl, the Pearl of the World, and knows he is suddenly a wealthy man. The word travels quickly about the pearl and many in the town begin to plot ways to steal it.
While the townspeople plot against Kino, he dreams of marrying Juana in a church, buying a rifle, and sending Coyotito to school so that he can learn to read. Kino believes that an education will free his son from the poverty and ignorance that have oppressed their people for more than four hundred years.

The doctor comes to treat Coyotito once he learns of Kino’s pearl, and although the baby is healed by Juana’s remedy, the doctor takes advantage of Kino’s ignorance. He convinces Kino that the child is still ill and will die without the care of a doctor. The doctor then manipulates Kino into unwittingly revealing where he has hidden the great pearl. Kino moves the pearl when the doctor leaves. That night, an intruder comes into Kino’s hut and roots around near the spot where Kino had first buried the pearl.
The next day, Kino tries to sell the pearl in town. The pearl buyers have already planned to convince Kino that the great pearl he has found is worth very little because it is too large. This way they can purchase the pearl for a low price. But when the buyers try to cheat Kino, he refuses to sell the pearl and plans to travel to another city to sell at a fair price. His brother, Tom Juan, feels Kino’s plan is foolish because it defies his entire way of life and puts his family in danger. Kino is now on his own, although he doesn’t know it yet.
Juana warns Kino that the pearl is evil and will destroy his family, but he refuses to throw it away because it is his one chance to provide a different life for his family. That night, Juana takes the pearl and tries to throw it into the sea, but Kino stops her and beats her. On his way back to their hut, Kino is attacked and he kills the man in self-defense. Juana goes to gather their things and escape and finds the floor of their hut completely dug up. While she’s inside the hut getting the baby, someone lights it on fire.
Kino, Juana, and Coyotito hide with Kino’s brother for a day before embarking on their journey to a new city under the cover of darkness. While they are resting during the day, Kino discovers that there are trackers following them. He knows that they will steal the pearl and kill his family if they catch them. To escape, Kino and Juana take the baby and run to the mountains where they hide in a cave at nightfall. The trackers camp just below the ridge where they are hiding. Kino sneaks down in the night to kill the trackers, but before he can attack them, Coyotito cries out. The trackers, thinking it’s a coyote, shoot at the dark cave where Juana and Coyotito are hiding. As the shot is fired, Kino springs on the trackers and kills them all. Unfortunately, Coyotito was killed by the first gunshot, and Kino’s journey with the pearl ends in tragedy.
Realizing that the pearl is cursed and has destroyed his family (as Juana forewarned), Kino and Juana return to La Paz and throw the cursed pearl into the sea.

DiriLiş



Dimitri Nehludov çok gösterişli ve zevk içinde bir hayat sürdürmekte iken bir mahkemede eskiden birlikte olduğu ama daha sonra terk edip bıraktığı bir kadın olan Katyuşa ile karşılaşır.

Katyuşa kimsesiz bir kadındır. Pek çok iş aramış ancak bulduğu işlerde erkeklerin sarkıntılıklarından dolayı fazla çalışamamıştır. En sonunda bir hastanede çalışırken bir odacı Katyuşa’ya sarkıntılık yapar. Katyuşa odacıyı kendisine yaklaştırmaz. Bu sırada gürültüden dolayı hastanedeki diğer personel odaya gelirler. Katyuşa da bir iftiraya kurban giderek mahkemeye verilir.

Bir vicdan muhasebesine dalar ve bunun sonucunda ne pahasına olursa olsun Katyuşa’yı kurtarmak için yemin eder.

Katyuşa’ya en çok bir kaç ay ceza verileceği düşünülürken mahkemede yapılan hatalar nedeniyle Katyuşa’ya çok ağer bir cez verilmesi karara bağlanır.

Prens Katyuşa’ya karşı sorumluluk duygusunun da etkisiyle evllilik teklif eder. Katyuşa ise aslında aşık olduğu Nehludov’un başına dert açmak istemediği için bu teklifi ısrarla reddeder.

Katyuşa’ya kürek mahkumiyeti verilir.Nehludov’un bütün çabasına rağmen Katyuşa Sibirya’ya sürülmekten kurtulamaz.

Nehludov da elindeki mal varlığının önemli bir bölümünü harca¤¤¤¤¤ Katyuşa ile Sibirya’ya gitmeye karar verir.

Sibirya yolculuğu mahkumlar için dayanılmaz geçmektedir. Mahkumların başındaki gardiyanlar da mahkumlara çok kötü davranmaktadır.

Nehludov bu kötü muameleleri önlemek için elinden geleni yapsa da bunu başaramamaktadır.

Dimitri Sibirya yolculuğu sırasında haksızlığa uğra¤¤¤¤¤ hapse düşen veya sürgüne gönderilen pek çok mahkumun olduğunu da fark eder. Bu mahkumlar da Prens’in kendilerine yardımcı olmalarını istemektedir.

Sibirya’daki kürek mahkumiyeti sırasında Katyuşa’nın affedildiği haberi gelir. Katyuşa da başka bir mahkumla evlenerek Dimitri’yi bırakır.

Dimitri bütün bu olan bitenden oldukşa etkilenir. Dünyada adaletin gerçekte olamayacağını düşünmeye başlar. Aradığı mutlak adaleti İncil’debularak yeni düşünceler benimser.



KİTABIN ANA FİKRİ :



Dünyada tam anlamıyla adalet yoktur. Herkesin bir suçu ve günahı olacağı için dünyada kimsenin kimseyi cezalandırmaya hakkı olamaz. Ancak bütün sistemlerde bazı kimseler insanları cezalandırmaya devam etmektedir.

Kitap Özeti: Hayvan Mezarlığı




KİTAP ÖZET FORMU



Kitabın Adı :Hayvan Mezarlığı

Kitabın Yazarı :Stephen KING

Yayın Evi ve Adresi :Altın kitaplar yayınevi. Celal Ferdi Gökçay sk. Nebioğlu İşhanı Cağaloğlu/İSTANBUL.

Basım Yılı :1990

1. Kitabın konusu: Büyülü bir hayvan mezarlığının Creed ailesi üzerindeki etkisi.

2. Kitabın özeti:

Louis karısı ve iki çocuğu ile Chicago’dan Ludlow’da ormanın hemen yanında bulunan bir eve taşındı. Eve yerleştiler ve daha sonra yan komşuları ile tanıştılar. Komşuları çok yaşlı bir çiftti. Jud ve Norma Crandall. Kısa süre sonra Jud ile Louis ahbab oldular. Her akşam birlikte bira içip Ludlow hakkında konuşuyorlardı. Louis ve ailesi bir hafta sonu evlerinin bahçesinde oturuyorlardı, Jud aileyi görüp yanlarına gitti ve onlara yakında bulunan hayvan mezarlığını görmek isteyip istemediklerini sordu. Louis Eileen’nin çok istemesi üzerine teklifi kabul etti. Jud ve bütün aile yola koyuldular. Yarım saat sonra hayvan mezarlığına vardılar. Jud Louis ve ailesine, aşağıda bulunan kasabadaki çocukların hayvanları öldüğü zaman hayvanlarını buraya gömdüklerini söyledi. Hayvan mezarlığı çocuklar tarafından güzelce düzenlenmişti. Etraftaki gereksiz ot ve çalılıklar çocuklar tarafından koparılmıştı. Jud Eileen’i buraya tek başına gelmeye kalkışırsa ormanın içinde kaybolacağı konusunda uyardı. Hayvan mezarlığını gördükten sonra bütün aile ve Jud eve döndü. Evin kedisi Church kapının önünde Eileen’i bekliyordu aslında Church evin değil Eileen’in kedisiydi. Eileen kedisini o kadar çok seviyordu ki bazı akşamlar kedisi ile birlikte yatıyordu. Evi yerleştirme işi yaklaşık bir hafta sürdü ve daha sonra Louis asıl mesleği olan doktorluğa başladı. Yakında bulunan bir üniversitede rahatsızlanan öğrencileri tedavi ediyordu.

Birgün kafası yarılmış Pascow adında bir öğrenci revire getirildi, fakat Louis daha öğrenciyi muayene edemeden öğrenci öldü. Daha ilk gününde böyle bir durumla karşılaşması Louis’i çok etkilemişti. Louis her akşam Jud’un yanına gidiyor, birkaç bira içip gündelik hayat hakkında konuşuyorlardı. Jud seksen yaşında o bölgenin en yaşlı insanıydı. Louis işe başladıktan birkaç ay sonra Rachel iki çocuğu ile Chicago’ya babasının yanına ziyarete gitti. Louis kayınbirader’i ile arası iyi olmadığı için ziyarete gitmedi. Ertesi sabah Jud Louis’i telefonla aradı ve church’un anayolun kenarında kımıldamadan durduğunu ve ölmüş olabileceğini söyledi. Louis kedinin yanına gitti ve kedinin bir kamyon çarpması sonucu öldüğünü anladı fakat kedinin öldüğünü Eileen’a söyleyemezdi. Eileen her akşam evi arayıp babası ile konuşuyor ve kedisinin nasıl olduğunu soruyordu. Jud bunları öğrenince Louis’e vakit kaybetmeden kediyi bir poşete koymasını, yanına bir kazma kürek alıp kendisini takip etmesini söyledi. Jud hayvan mezarlığı yoluna girdi ve hiç konuşmadan yoluna devan etti. Hayvan mezarlığını geçip farklı bir yola girdiler. Jud hala hiçbirşey konuşmuyordu ta ki ağaçlardan oluşan tepe gibi bir yere gelinceye kadar. Tepe ağaç dallarından oluşuyordu ve burayı aşmak çok zor görünüyordu. Jud Louis’e aşağı hiç bakmadan dümdüz yürümesini söyledi ve önden kendisi hareket etti. Tepede sihirli bir şeyler vardı. Jud zorlanmadan tepeye çıkabiliyordu. Daha sonra Louis de hareketlendi ve sanki birşeyler kendisini yukarıya doğru çekiyordu. Tepeyi kolayca aştılar ve aşağı indiler. Aşağı indiklerinde Jud Louis’e kedi için bir çukur kazmasını istedi. Louis hiçbirşey sormadan çukuru kazdı ve kediyi gömdü ve eve doğru yürümeye başladılar.

Eve vardıklarında Jud kediyi gömdükleri yerin eskiden Kızılderelilerin toprakları olan büyülü bir yer olduğunu söyledi. Jud oraya gömülen hayvanların tekrar cankandığını fakat bazı özelliklerini kaybettiklerini söyledi. Jud da köpeği öldüğü zaman onu büyülü yere gömmüş ve köpek tekrar canlanmıştı, fakat toprak kokuyordu ve uyuz gibi davranıyordu. Eski hareketliliği kalmamıştı. Bazı arkadaşlarının hayvanları canlandıktan sonra çok değişmiş ve etrafa zarar vermişti. Büyülü hayvan mezarlığının sırrını kimse çözememişti. Louis, eğer kedi sabah döndüğünde etrafa zarar verirse onu tekrar öldürecekti, fakat eskisi gibi olusa öldürmeyecekti. En azından kedinin gerçek bir kopyası evde duracaktı. Eileen bunu farketse bile bu durum onu kedinin öldüğünü öğrenmesinden daha az etkileyecekti. Kedi eve eski hali ile dönmüştü. Jud’un söylediği gibi toprak kokuyor ve uyuz davranıyordu. Rachell ve çocuklar eve döndüklerinde Eileen kedideki değişimi farketti, fakat kedinin yaşlandığını düşünerek kimseye birşey sormadı. Artık kediyle yatmıyordu çünkü kedi sürekli toprak kokuyordu. Kısa süre sonra ailede bütün işler bir raya oturdu. Eileen her sabah okula gidiyor ve öğleden sonra geliyordu. Louis her sabah işe gidip akşam geliyordu ve üç yaşında olan Gage her gün biraz daha büyüyordu. Son günlerde babası ile sürekli kovalamaca oynuyorlardı. Bir hafta sonu bütün aile evlerinin bahçesinde piknik yapıyordu. Gage bir ara ailenin yanından uzaklaştı. Louis Gage’in uzaklaştığını farkedince arkasından durması için bağırdı ve arkasından koşmaya başladı. Gage anayola doğru ilerliyordu, babasının sesini duyunca kovalamaca oynadıklarını sanıp daha da hızlanmaya başladı. Louis oğlunun yola çıkmasını engelleyemedi ve Gage yola çıktığı anda bir tanker ona çarptı. Gage yirmi metre ileriye uçtu, narin başı vücudundan koptu.

Louis ve ailesi bir hafta bu olayın şokundan kurtulamadı. Eileen kardeşinin fotoğrafını almış ve elinden hiç bırakmıyordu. Bir hafta sonra Gage’in cenaze töreni vardı. Cenaze töreni bittiğinde Louis’in kafası çok karışıktı. Gage’in yokluğuna kendisini alıştıramıyordu. Aklında sürekli hayvan mezarlığı fikri dolaşıyordu. Kediyi gömmüştü ve kedi tekrar canlanmıştı. Uyuz hareketleri ve toprak kokması dışında kötü bir tarafı yoktu. Ayrıca büyülü bir şey onu hayvan mezarlığına doğru çekiyordu. Uzun süre düşündükten sonra karısını ve kızını olayın şokunu üzerlerinden atmaları bahanesi ile Chicago’ya gönderdi ve oğlunu hayvan mezarlığına götürmeye karar verdi. Çok zor şartlar altında oğlunu mezarlıktan kaçırıp hayvan mezarlığına götürdü. Oğlunun ölümünden dokuz gün geçmişti. Eve döndüğünde vücudunun hiçbir yeri tutmuyordu. Sabah uyandığında Gage eğer etrafa zarar verirse ailesinin haberi olmadan onu öldürecekti. Yattı ve hemen uyudu. O gece Eileen ve Rachell Chicago’da bulunuyordu. Eileen rüyasında babası ile ilgili kötü bir rüya gördü ve annesinden babasının yanına gitmesini istedi. Rachell da Louis’in kendilerini evden uzaklaştırması konusunda süpheleri vardı ve hemen evi aramaya karar verdi. Evi aradı fakat kimse cevap vermiyordu, belirli peryotlarla tekrar aradı fakat cevap veren yoktu. O gece yola koyuldu ve sabaha doğru evin önüne vardı. Arabadan indiğinde Jud’un evinin kapısının açık olduğunu farketti ve başına birşey gelmiş olabileceğini düşünüp içeri girdi. Giriş katını dolaştı fakat kimse yoktu. İkinci kata çıktı ve mutfağın kapısının açık olduğunu farketti. Mutfağa gittiğinde Jud Crandall’ın ölü vücudunu gördü. Cesedin yanında Gage duruyordu. Gage annesini görünce elleri arkada annesine doğru koşmaya başladı ve yanına geldiğinde elindeki neşter ile boğazını kesti. Jud’u da Gage öldürmüştü. Neşteri ise kendi evlerine gidip babasının çantasından almıştı. Louis sabah kalktığında Jud’un kapısının önündeki arabayı gördü ve içinde bir kuşku oluştu. Aşağı kata inip dört şırınga içine morfin doldurdu ve bu arada çantasında neşterinin bulunmadığını farketti. Jud’un evine doğru hareketlendi. Şırıngalardan bir tanesi ile Church’u öldürdü ve yoluna devam etti. Jud’un evine girdi ikinci katın mutfağına geldiğinde adeta şok olmuştu. Jud ve karısı yerde ölü olarak yatıyordu. Bir süre karısına baktı ve sonra mutfaktan çıktı. On metre ilerisinde Gage elleri arkasında babasına doğru yaklaşıyordu. Louis Gage’in elini yakaladı ve şırıngaların ikisini oğluna sapladı. Şırıngalardakimorfin miktarı çok fazlaydı ve Gage hemen öldü. Bu arada Louis cesedin hayvan mezarlığına ne kadar geç gömülürse o kadar çok zararlı olduğunu farketti. Karısını dışarıya çıkarıp evi yaktı. Vakit kaybetmden karısını hayvan mezarlığına götürdü ve gömdü. Sabah olduğunda eski karısı geri dönmüştü.



3. Kitabın ana fikri:

Louis Creed’in kedisi ve oğlunu kaybettikten sonra onları hayvan mezarlığına gömmesi ve bu olyın sonuçları.

4.Kitaptaki olayların ve şahısların değerlendirilmesi:

Louis Creed:

Creed ailesinin babası. Ludlow kasabası yakınlarında bir üniversitede doktor olarak çalışıyor. Ailesine çok bağlı ve çabuk sinirlenen bir kişiliğe sahip.

Rachell Creed:

Louis’in karısı. Çocukların eğitimi ile çok ilgilenen, aile bağları çok kuvvetli ve ayrıca çabuk sinirlenen bir kişiliğe sahip.

Eileen :

Creed ailesinin tek kızı. Kedisini çok sever ve ayrı kalmaya dayanamaz.

Gage :

Creed ailesinin en küçük bireyi. Konuşmatı ve yürümeyi yeni yeni öğrenmeye başlayan bir kişi.

Jud Crandall:

Kasabanın en tecrübeli ve en yaşlı kişisi. Çok soğukkanlı bir kişi. Louis’e kasabaya alışmasında ve hayvan mezarlığı ile tanışmasında yardımcı oldu.

Norma Crandall:

Jud’un karısı. Romatizmalarından rahatsız ve çok yaşlı bir kişi.

5.Kitap hakkındaki şahsi görüşler:

Kitap baştan sona heyecan ve devamını merak edici bir biçimde anlatılmış çok akıcı bir kitap. Kişilerin psikolojik durumları ve içinde bulundukları sosyal durum iyi bir şekilde aktarılmış, fakat kitabın sonunda sanki kişide tam bir sonuca ulaşılmamış gibi bir his uyandırıyor.







6.Kitabın yazarı hakkında bilgi:

Stephen King 1947 yılında Portland'da doğdu. Annesi ve babası ayrıldıktan sonra, ağabeyi David ile annesinin yanında büyüdü. 1973 yılı baharında "Göz" adlı romanı yayınlandı.

Zamanla kısa hikayelerden roman yazmaya, ardından da senaryo çalışmalarına yöneldi. Bir süre, senaryosunu yazdığı filmlerde hem oyunculuk, hem yönetmenlik yaptı. 1974'te Colorado'ya taşınan King, burada "Medyum" adlı kitabını yazdı ve 1975 yazında yeniden Maine'e döndü. Aynı yıl içinde "Mahşer" adlı yapıtını kaleme aldı. Eserleriyle, birçok ödül kazanan Stephen King korku-gerilim dalında bir klasik olmuştur. Ülkemizde de büyük bir hayran kitlesine sahip olan King; "Kujo, Hayvan Mezarlığı, Christine, Tepki ve Sadist" gibi birçok unutulmaz yapıta imzasını atmıştır. King'in Richard Bachman takma adıyla yazdığı az sayıda kitabı da bulunmaktadır.

En iyi romanları: King'in neredeyse tüm eserleri dünyada büyük bir beğeni toplamış ve tamamına takını en çok satanlar listelerinde aylarca 1 numara olmuştur. Bununla birlikte subjektif bir yorumla en iyi eserleri şu şekilde sıralanabilir:

1- O

2- Sis

3- Tılsım

4- Medyum

5- Ejderhanın Gözleri

6- Mahşer

7- Gerekli Şeyler

8- Hayvan Mezarlığı

9- Christine

10- Kujo Ayrıca bu listeye dahil edilmemesine rağmen bir seri olan Kara Kule serisinin de geniş bir hayran topluluğu olduğunu ve farklı bir türde kaleme alındığı için, klasik King okumayan kişilerden bile milyonlarca okuyucusu olduğunu belirtmek gerekir.





HAZIRLAYANIN:



İmzası:

Adı ve soyadı:Mustafa DURUL

Apolet numarası:3903

Kısmı:69

Tarih:02.05.2002

H. Rahmi Gürpınar - Gülyabani Kitabının Özeti




GULYABANI Hüseyin Rahmi’nin küçüklügünde annesi ve babasi her Cuma ve Pazartesi aksamlari boza partileri düzenlerlerdi. Bu toplantilarda sohbet ederler, masallar anlatirlardi. Bu toplantilarin vazgeçilmez bir üyesi de Muhsine Nine’dir. Bu yasli kadin her gelisinde çocuklarin istegi üzerine masallar anlatirdi. O masallarin en heyecanlisi da “Gulyabani” idi. Muhsine Hanim kizliginda çok iyi bir çocuktur fakat küçük yasta anne ve babasini kaybetmistir. Bir yasa gelinceye kadar o komsu, bu akraba deyip yanlarinda yasamistir. Sonunda bir adamla evlenir, ama adam ters çikar. Her gün Muhsine’ yi dövüyor, hirpaliyordur. Bir gün Muhsine tasini taragini toplayip kaçar ve o adamdan bosanir. Bir zaman sonra aile dostlari olan Ayse Hanim’ in çagrilarina uyarak zorla bir köskte hizmetçilige baslar. Burasi Üsküdar’ dan biraz uzak , adi cin, peri yuvasina çikmis Yedi çobanlar çiftligi adinda büyükçe bir yerdir . Fakat Muhsine yalniz ve güçsüz bir kadindir ve çok da korkmaktadir. Varmalarindan bir gün sonra Ayse Kadin onu orada birakarak kaçar. Burada Rusen ve Çesmi Felek kadinla tanistir. Rusen bir Arap, öteki de zayif bir kadindir. Onlardan buranin cinli bir yer oldugunu ögrenir ve neredeyse korkudan ölecek duruma gelir. Buradan gitmek istedigi halde gidemeyecegini anlar. Çünkü buraya gelen bir daha çikamiyordur. Zaten kaçmak isteyen hizmetçilerde bogulup öldürülmüstür. Sonunda bu eve alismaya baslar. Her zamanki yapilmasi gereken tütsüleri ve serbetleri gerekli yerlere döküyordur. Fakat bu evde girilmesi yasak olan yerler vardir ve geceleri uyumak da çok zordur. Her yer gürültülerden ,perilerden geçilmiyordur.Geceleri tuvalete gitmek yada disari çikmak yasaktir.Yoksa periler adama musallat olmaktadirlar. Muhsine yolda gelirken arabacidan o evin haniminin deli olup bir odada kapali tutuldugunu ögrenmistir. Fakat en kötüsü burada insan hiçbir sey görmemeli ve duymamalidir. Evin herkes üzerinde geçerli olan kaidesi budur. Nihayet bir gün Muhsine merakini yenemeyerek odalardan birine girer. Ve bu kadinin sesini duydugunda, kaçarak uzaklasir. Daha sonralari bunu evdekilerle konusur ve bundan sonra onlar Muhsine’ yi aralarina alma karari alirlar. Tüm bunlarin yani sira evin birde Gulyabani’ si, yani tüm cinlerin efendisi Ahu Baba’ si vardir. Bu zat o kadar tehlikelidir ki, kizdigi kisileri yemesin diye ona mutfaktan tencerelerle yemek verilmektedir. Muhsine evin kurallarina ve yasam tarzina iyice alismaya baslamistir. Birkaç hafta sonunda topluca evin haniminin kapali oldugu odaya giderler ve onu hanimla tanistirirlar. O, iyi ve zeki bir kadindir ve hiç de deliye benzememektedir. Bir gece Muhsine odasinda her zamankinden daha çok gürültü duyar ve çesitli batil savunmalarini yapar, fakat hiçbiri bir ise yaramaz.Yüklükten bir cin çikar.Onu korkutmaya baslar ve sonra tekrar içeri girer. Daha sonra yüklükten çok yakisikli bir delikanli çikarak ona askini ilan eder ve onu kandirmayi basarir. Fakat muskani çikarda yanina geleyim demesiyle muhsine onu kovar. Fakat cin ona musallat olur.Cin adinin Hasan oldugunu söylemis ve kendisinin cin degil bu köskün bekçilerinden biri oldugunu söylemistir. Birkaç zaman sonra Muhsine Hasan’i tekrar görür ve onunla konusup ayni numaranin kendisi kiliginda Hasan’a da yapildigini ögrenir. Bu cin onlari Muhsine’ nin odasinda yakalar ve diger bazi cinlerle Hasan’i götürür. Muhsine Hasan’ a asik oldugundan çok üzülür. Fakat içinde büyük bir öc alma hirsi dogar. Bundan sonra cinler Muhsine’ yi öldürmeye kalkarlar. Evdekiler cinlerin isteklerine karsi çikarak hep bir odada yatarlar. Sonunda Gulyabani cin askerleriyle birlikte köske gelir. Tam Muhsine ve digerlerini öldürecekken Hasan köylüler ve zabitler ile çikagelir ve Gulyabani‘yi yaralayip zabitlerle birlikte cinleri de yakalarlar .

Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği (Ahmet Taner Kışlalı)




Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği
(Ahmet Taner Kışlalı)
KİTABIN ADI : Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği

KİTABIN YAZARI : Ahmet Taner KIŞLALI

YAYINEVİ VE ADRESİ : İMGE KİTABEVİ

BASIM TARİHİ : 1999

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Yazar, Atatürk’e yönelik haksız eleştirilerin yarattığı birikimle, güncel olaylara bilimsel bir yaklaşım getirerek yazdığı yazılarını bu kitapta toplamıştır.

KİTABIN ÖZETİ

Kitap genel olarak dört bölümden oluşmaktadır. “Kemalizm Üzerine“ adlı bölümde yazarın güncel yazıları ve incelemeleri yer almaktadır. “Demokratik Sol-Sosyal Demokrasi Üzerine” adlı bölümde güncel olaylardan yola çıkılarak yazılan yazılar, inceleme niteliği taşıyan yazılar ve yazarın bilim ve siyaset adamları ile yaptığı tartışmalar yer almaktadır. “Güneydoğu Sorunu Üzerine” bölümünde, farklı bakış açılarına sahip kişilerle yapılan söyleşilere yer verilmiştir. “Kültür, Siyaset ve Ordu Üzerine” başlıklı son bölümde ise güncel olaylardan yola çıkan yazılar bulunuyor.

KEMALİZM ÜZERİNE





Bu bölümde yazar Kemalizm üzerine çeşitli gazetelerde yazdığı köşe yazılarını derlemiştir. Bu köşe yazıları genellikle Kemalizme karşı olan grupların yada kişilerin fikirlerine ve eylemlerine cevap verir niteliktedir. Bölümün sonunda ise yazar, köşe yazılarından sonra iki incelemesine yer vermiştir, bunlar “Atatürk’ün Kültür Siyaseti” ve “Kemalist İdeoloji”.

Birinci bölümde verilen köşe yazılarından bazıları

M. Kemal’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği : Aziz Nesin, yıllar önceki bir konuşmamızda şöyle demişti:Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

- Geçmişte Atatürk’ü eleştirmiş olmaktan dolayı şimdi utanıyorum. Her geçen gün gözümde küçüleceğine, tersine daha da büyüyor.”

Eğer Türkiye’de bir din devleti kurmak istiyorsanız, Mustafa Kemal’e saldırmanız elbetteki tutarlıdır. Mustafa Kemal’i bilimsel olarak değerlendirmenin yöntemi açık: Hangi koşullardaydı? Ne yapmak istiyordu? Ne yaptı? Sonuç ne oldu?

Bu ülkede Atatürk’ü yıkarak olumlu bir şeyler yapabileceğini sananların, kendi küçük dünyaları içinde büyük bir yanılgıyı yaşadıklarına inanıyorum.

CHP’nin İdeolojisi ve Kemalizm : “Altı oku unutup, sıfırdan başlamadan CHP büyüyemez” diyenler var. Kemalizmin altı oku gökten zembille inmedi. Laiklik, milliyetçilik ve cumhuriyetçilik, Fransız Devrimi’nin etkisini taşıyordu; halkçılık, devrimcilik ve devletçilik de Sosyal Devrim’in… Ama bu kavramlara verilen içerikler esnekti, tartışılmaz kalıplar değildi. Türkiye’nin koşullarının ürünüydü ve o koşullara bağlı olarak zamanla değişebiliyordu.

CHP, 1980’de bıraktığı noktada kalırsa Kemalist olmaz; altı oku bırakırsa da CHP olmaz!

Kuşkusuz ki Türkiye’de hiç kimse Kemalist olmak zorunda değildir. Ama CHP’de, Kemalizme karşı olanları kendi içinde kabul etmek zorunda hiç değildir!…

Kadınsız Demokrasi : Kadınların, yani toplumun yarısını oluşturan bireylerin yaratıcı gücünü, toplumsal ve siyasal yaşamın dışında tutan bir toplum çağdaşlaşabilir mi?

Mustafa Kemal, Türk kadınına çağdaş bir konum kazandırma düşüncesini uygulamaya, hem de Kurtuluş Savaş’ının en umutsuz günlerinde başlamıştır. Atatürk “kadın ve erkek” Türk insanına verilecek eğitimin ilkelerinin saptanması amacıyla, ilk öğretmenler kurultayını işte bu ortamda topladı!…

Eğer Atatürk olmasaydı, Kemalizme bugün burun kıvıran, cumhuriyeti karalama sevdasına kapılan, “referandumla devrim” yapılabileceğini sanan bazı büyük üstatlar acaba ne ile uğraşıyor olacaktı?

Devlet Hayranlığı Edebiyatı : Kemalizmi “devlet hayranlığı”, çağdaş Kemalizm demek olan demokratik solculuğu “çağdaşsızlık” , sınırsız bir özelleştirmeciliği ise “ilericilik” sayan kalemler acaba “cehaletin cesareti” ile mi konuşuyorlar? Yoksa sık yinelenen yalan, giderek kafalarda doğruya dönüşür umudu içindeler mi?

Atatürk’ten 27 Mayıs Anayasası’na, Türkiye’ye bağımsız ve demokratik kurum anlayışını Kemalistler getirdiler. Halk evleri bile oldukça bağımsız ve demokratik bir yapıya sahipti. Köy enstitüleri, bugünün yüksek öğretim kurumlarında bile olmayan bir “katılımcı” ortam yaratmıştı. Özerkliğin savunucuları, Kemalizm’i sürdüren demokratik solcu ve sosyal demokratlar oldular. ”Ceberrut devlet” özlemi ile askeri yönetim dönemlerini değerlendirmeye çalışanlar hep Kemalizm karşıtıydılar.

Bir siyasi partinin başarısı, her şeyden önce toplumsal tabanı ile örgüt yapısı ve ideolojisi arasında tutarlılık olmasına bağlıdır.

CHP’nin geleneksel tabanı “orta sınıf”’lardır. Kemalizm de öncelikle bu toplum kesimlerinin ideolojisidir.

Sadece bu tabana dayanmak bile Türkiye solunu bugünkü çıkmazından kurtarır. Siyasal dengeleri etkileyen bir konuma getirir.

Atatürk’ün sağlığında yaptıklarının bekçiliği ile yetinmenin Kemalizm değil “tutuculuk” olduğunu da unutmamak gerekir!… Kemalist olabilmek için Atatürk’ün “izinde” değil, “yolunda” olmak gerektiğini bilmek gerekir!…

Atatürk Üzerine “Cevherler”!… : Kültür bakanının baş danışmanı olmakla övünen “Zat-ı Muhterem” gene kolları sıvamış… Kemalizm’in “sol” ile ilgisi olmadığını; “militarist” bir ideoloji sayılması gerektiğini; ve de “demokrasi” ile uzaktan yakından bağlantısı bulunmadığını kanıtlamak için…

Solculuğun bütün dönemler ve bütün toplumlar için geçerli iki “evrensel” ölçütü vardır. Toplumsal olanakları artırıcı atılımlardan yana olmak bir… O artan olanaklardan toplumun daha geniş bir kesimini yararlandırmaktan, yani daha hakça bir paylaşımdan yana olmak iki… Bu hedeflere yönelik bütüncül-yapısal dönüşümleri gerçekleştirmek ise , devrimciliktir…

Kemalizm sadece “yeni insan”’ı yaratmadı; aynı zamanda “başdöndürücü” bir sanayileşme sürecini de başlattı.

Demek ki Mustafa Kemal “militarist” bir ideolojinin kurucusu , öyle mi?

Hani şu, İttihat Terakki’nin 1909’daki ünlü Selanik Kongresi’nde “ Ya üniformanızı bırakın, ya siyaseti” diye haykıran Mustafa Kemal…

Ve gelelim Kemalizmde “demokrasi” nin bulunmadığı “cevheri” ne… Acaba şu sözler Atatürk’e değilde, “özköşk” yazarlarından birisine mi ait: “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde partilerin doğacağına şüphe yoktur. Demokrasi maddi refah meselesi değildir.”

Atatürk Diktatör müydü? : CHP Genel Sekreteri Recep Peker, İtalya gezisinin hemen sonrasında, Atatürk’ün partisini faşist modele göre yeniden yapılandırmak için bir tasarı hazırladı. Herkesin beğenisini kazanan bu tasarı onay için önüne geldiğinde, Mustafa Kemal’in gösterdiği tepki ünlüdür:

“-İsmet Paşa bu saçmaları herhalde okumadan imzalamış olacak!”

Atatürk’ün yönetiminin, kendinden önceki Osmanlı yönetimine göre çok daha demokratik ve çok daha halkçı olduğu ortadadır. Atatürk sıradan bir “liberal demokrasi” anlayışına da sahip değildi. “Katılımcı-sivil toplumcu” bir demokrasiye inandığının somut kanıtlarını vermişti.

Atatürk’ün Kültür Siyaseti: Eğer her siyasal iktidar değişikliğinde devletin yazılı ve sözlü yayımlarının dili, devlet tiyatrolarının oyunları, devlet kitaplıklarının raflarındaki kitaplar, bile değişiyorsa, o ülkede gerçek anlamıyla ulusal bir kültür siyaseti izlendiği söylenemez. Oysa, kültür bir duyuş ,düşünüş ve davranış birliğidir. Ulusal olması zorunlu siyasetlerin başında kültür siyasetinin gelmesi gerekir.

Atatürk “çağdaş insanı” yaratacak koşullara öncelik verdi. Tarihteki ilk kültür devrimini gerçekleştiren önder oldu. Dilde, tarihte, alfabede, sanatta, hatta dinde yaptığı reformlar, O’nun bu anlayış içinde gerçekleştirdiği kültür devriminin parçalarıdır. Atatürk bağımsız ve çağdaş bir ulusal toplum yaratmak istiyordu. Bir yandan ülkenin kendi öz kaynaklarına dayanmasına, öte yandan da hedef aldığı toplumun gerektirdiği insanı hazırlamaya öncelik verdi.

Atatürk’ün izi, O’nun öldüğü noktada biter, ama yolu bitmez, sonsuza dek uzanır. Bu nedenle de, Atatürk’ün neyi yaptığından çok, hangi amaçla yaptığı incelenmelidir. Ulusal olması gereken kültür siyasetini, toplumun ancak belirli kesimlerini temsil eden siyasal iktidarların insafına terkedecek bir kültür kurumlaşmasının Atatürk’ün yoluna ters düşeceğini sanıyoruz.

Kemalizm Nedir? : Kemalizm, tıpkı liberalizm ve sosyalizm gibi, bir devrim ideolojisi olarak doğmuştur. Ama, onlardan farklı olarak, geri kalmış bir ülkedeki devrim koşullarının gereksinimlerini yansıtmaktadır.

Mustafa Kemal, tıpkı Lenin gibi , Birinci Dünya Savaşı’nın ülkesindeki eski düzenin temsilcilerini maddi ve manevi açıdan yıpratmasından yararlanarak, evrimin henüz zorunlu kılmadığı yeni bir toplumsal-siyasal düzeni yaratacak süreçleri harekete geçirmiştir. Mustafa Kemal , ülkesini düşman işgalinden kurtarmanın kendisine kazandırdığı olağanüstü etkiyi kullanarak devrimi gerçekleştirmiştir.

Kemalizmin önünde iki aşamalı bir amaç vardı: Bağımsızlık ve Çağdaşlaşma. Bu ereklere ulaşmak için, ideolojinin çerçevesini oluşturan ulusçuluk, cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri Fransız devrimi ve dolayısıyla liberalizmden; devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de sosyalizmden esinlendi.

DEMOKRATİK SOL-SOSYAL DEMOKRASİ ÜZERİNE

İkinci bölümde yazar Demokratik Sol ve Sosyal Demokrasi üzerine yazdığı köşe yazılarına ve yaptığı söyleşilere yer vermiştir. Köşe yazılarında değindiği konuları özetleyecek olursak :

Sosyalizmin amacı toplumsal ayrıcalıkların bulunmadığı bir düzen kurmaktır.

Bir partinin oy alabilmesi için çıkarlarını ve dünya görüşünü temsil etmek istediği bir kitlenin varlığı yetmez. Hatta tutarlı bir programa sahip olması da yetmez. Getirdiği çözümlerin inandırıcılığı kadar, yapısal inandırıcılığı da önemlidir. Ecevit programı ve kişiliğiyle inandırıcı ancak DSP yapısıyla inandırıcı değil. SHP’de de aynı şey söz konusudur.

SHP’deki liderlik sorunu üzerine değiniyor ve parti içi seçimlerde orantılı temsil sistemini öneriyor. Ancak çok kişinin bu fikre şiddetle karşı çıktığını vurguluyor.

Sosyal Demokrat ve Demokratik Sol sistemlerini tanımlayarak nasıl Sosyal Demokrat olunabileceğine değiniyor.

SHP, DSP ve CHP’nin herhangi bir şekilde birleşmeleri durumundaki analizi yapıyor ve İnönü, Ecevit ve Baykal’ın bu konudaki tutumlarına yer veriyor.

1990’ların demokratik sol yada sosyal demokrat partilerinin programı nasıl olmalıdır tartışmalarında unutulan bir şey vardı. Program değil partinin yapısı önemlidir. Bundan dolayı CHP’nin programından önce yapısının tartışılması gerektiğini vurgulamaktadır. Kim ne derse desin önder çok önemlidir ve bu önderin çevresindeki ,kadro da çok önemlidir. Ve yine orantılı temsil sistemini savunuyor.

Yanlış ve çıkmazda olan SHP ve DSP’nin CHP’yi de kendilerine katmaya çalıştıklarını ve CHP’yi daha doğmadan öldürmeyi düşündüklerini söylüyor. Ancak CHP için de en doğru kararın umudu yitirmektense ertelemenin daha iyi olacağını vurguluyor.

Baykal’ın nasıl kazandığını ve CHP’nin nasıl büyüyeceği konusundaki fikirlerini belirtiyor. Baykal’ın kurultaydan zaferle çıkmasının en büyük nedeni, kitlelere heyecan verebilecek, duyguları güçlü bir biçimde dile getirebilecek, mesajları etkili olarak iletebilecek bir seslenme gücüne sahip olmasıdır. Ancak Baykal’ın bir karar vermesi gerekmektedir, “Ortak akıl”’in sözcüsü mü olacak, yoksa kısır bir takım tutkuların mı?

Yazar bölümün bundan sonraki kısmında Demokratik Sol ve Sosyal Demokrasinin tarihsel bir sentezini ve yaptığı söyleşilere yer veriyor. Demokratik Sol yada Sosyal Demokrasi marksizmden sonra tarihsel bir sentez olarak oluşmuştur. Bu süreçte rol alan kişilere yer vermiştir: Bu kişiler,Ferdinand Lassalle; çağdaş sosyal demokrat ideolojinin oluşumunda adı geçen ilk isimdir. Edward Bernstein; marksizmi hareket noktası alarak sosyal demokratik düşünceye katkıda bulunmuştur. Karl Kautsky ; Bernstein’in eleştiriler yönelttiği ve özde marksizme daha sadık gibi göründüğü halde, sosyal demokrat düşünce çizgisinde önemli yeri olan bir düşünürdür. Jean Jaures ; Fransız olan Jean, bir düşünür olduğu kadarda aynı zamanda bir eylem adamıdır. İki kez milletvekili seçilmiş, sosyalist partiye önderlik etmiş, emperyalizmin baskısı altında haksızlığa uğradığına inandığı Osmanlı Devleti’ne Türklere yakınlık göstermiştir. Leon Blum; Fransanın ilk sosyalist başbakanıdır.Faşizm tehlikesine karşı komünistlerle işbirliğine yanaşmakla birlikte, sağcı burjuvaziye olduğu kadar komünizme de karşıydı. Sidney James Webb; İngiliz sosyalizminin kökenindeki en önemli isim. Demokratik sol ideolojiye katkılarının yanısıra, milletvekili ve bakan olarak uygulamaya da katıldı.

Kemalizm ve Sosyal Demokrasi; Türkiye’ye demokrat ideolojinin, kemalizm ile birlikte girmeye başladığını söylemek yanlış olmaz. Genel ve eşit oy hakkı, sekiz saatlik işgünü, çeşitli sosyal sigortalar, gelir düzeyine göre değişen vergi sistemi, parasız eğitim, hep sosyal demokrat dünya görüşünün yansımaları olarak gerçekleşmiştir.

Yazar daha sonra Sosyal Demokrasinin nasıl oluştuğundan bahsetmiştir. Sosyal demokrasinin oluşumunda önemli olan iki deneyime değinmiştir. İskandinav ve İngiliz ile Fansız deneyimleri. Her iki modelde, de güçlü bir kominist haraketin rekabetinden uzakta ve işçi sendikalarının büyük desteği ile geliştiler. İskandinav sosyal demokrasileri içinde en ünlüsü İsveç’inkidir. İsveç’te sosyal demokratlar,1932 yılından bu yana, küçük iki ara dışında sürekli olarak iktidardadırlardır. İngiltere’de sosyal demokrasi modelinin temeli ise, 1945-50 ve 1964-70 yılları arasındaki İşçi Partisi iktidarı sırasında atıldı. Daha sonra Türk deneyimi ile ilgili bilgiler vermiştir.

Yazar 1974’lerden bugüne nelerin değiştiğini nelerin değişmediğini anımsatmak için, 27-29 Ekim 1974 tarihinde yapılan “2. Demokratik Sol Düşünce Forumu”nda yapılan konuşmaya yer vermiştir.

İkinci bölümün bundan sonraki kısmında, yazar yapmış olduğu söyleşilere yer vermiştir. Erol Çevik ile KIT’ler, Devletçilik, Sosyal Demokrasinin ekonomik modeli üzerine, Prof. Bilsay Kuruç ile KIT’lerin tasviyesi, Devletçilik üzerine, İsmail Cem ile CHP’nin yeniden açılması ve başarılı olabilmesi için gerekenler, CHP’nin birleşmesi konusunda, liderlik sorunu hakkında, Ertuğrul Güney ile CHP’nin Liderlik sorunu, ideolojisi,üye ve örgüt yapısı konusunda, Teoman Köprülüler ile 1980’deki CHP ve son CHP hükümeti üzerine Cumhuriyetçilik üzerine, orantılı temsil sistemi üzerine, Prof. Ergun Türkcan ile 2. Cumhuriyet tartşması, sivil toplum, Anadolu Federasyonu, KIT’ler ve CHP’nin birleşmesi üzerine söyleşi yapmıştır.

GÜNEYDOĞU SORUNU ÜZERİNE

Yazar üçüncü bölümde Güneydoğu sorunu üzerine yazdığı yazılara ve bu konu üzerinde yaptığı söyleşilere yer vermiştir.

Oradaki sorunun bir Kürt sorunu mu yoksa Güneydoğu sorunu mu olup olmadığını incelemiştir. Yazar aslında bir Kürt sorunu olmadığını fakat bir Güneydoğu sorunu olduğunu vurgulamaktadır. Devlet silahlı mücadele verenleri ezmeye çalışırken, demokrasi mücadelesi verenlere destek olmalıdır. Güneydoğu sorununun, etnik nitelikli bir parti yerine bir kitle partisi içinde savunulmasının çok daha doğru olduğunu unutmamalıyız.

Niçin Ankara’daki, İzmir’deki, İstanbul’daki bölgesindekinden daha kalabalık olan- Kürt kökenli yurttaş isyan etmiyor da, Şırnak’taki ediyor? Olaya bir Kürt sorunu olarak bakmak, ilericilik değil, ırkçılıktır, gericiliktir. Çünkü olay bir geri kalmışlık ve insan hakları sorunudur…

Yazar HEP’in TBMM’de grup kurması gerekliğini vurgulamıştır. Yazara göre, bundan topluma zarar gelmez, ama bazı yararlar doğar. Demokrasilerde özgür tartışmanın iki yararı vardır: Birincisi, daha sağlıklı ve dengeli bir karar alınmasına yardımcı olmak. İkincisi, kitlelerin kendi duygu ve düşüncelerinin yüksek sesle dile getirilmesi sayesinde rahatlamalarını sağlamak.

Tıpkı Kürtçe gazete gibi, Kürtçe TV yayını da yapılabilmelidir. Ama bu yayını devlet yapmamalıdır. Zira bunu yaparsa devlet Türkiye’de yaşayan 11 dili anadili sayan topluluklara da bu hizmeti vermek zorundadır.

Yazar Urfa insanı ile Şırnak insanı arasındaki farka değinmiştir. Şırnakta PKK ve HEP’e verilen belirli bir toplumsal destek elbetteki rastlantı değildir. Ancak Urfa’da durum farklı. Bu yörede yapılan kamuoyu yoklamasında HEP’e oy vereceğini söyleyen seçmenlerin sayısı % 1’dir. İki yöre arasındaki fark kuşkusuz ki etnik farklılıktan kaynaklanmıyor. Urfa insanı GAP’ı yaşıyor. Yarına umutla bakıyor.

Türk kimliği ile Kürt kimliğini birbirinden ayırmak isteyen “Kürt Milliyetçileri”’nin elinde kala kala tek bir ölçüt kaldı. Dil farkı… Ancak yazar bununda aslında pek mümkün olmadığını vurgulamıştır. Kürtlerin arasında konuşulan Kürtçenin bile çok çeşitlilik gösterdiğini ve hatta bir çoğunun birbirlerini bile anlayamadıklarını söylüyor.

Yazar bundan sonraki kısımda, Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti tarafından 18 Mayıs 1992 tarihinde İstanbul’da düzenlenen açıkoturumda yaptığı “Güney Doğu Sorunu Nedir?” ve “Kültürel ve Siyasal Çözümler Neler Olabilir?” adlı konuşmasına yer vermiştir.

Bölümün sonunda yine bu konu üzerine yaptığı söyleşilere yer vermiştir. Bu söyleşiler;

Bülen Ecevit ile Güneydoğu ile ilgili askeri çözüm üzerine, Kürt varlığı ile ilgili görüşleri, GAP ve PKK nın giderek daha etkili olması üzerine, Prof. Doğru Ergil ile Terörün amacı, Dev-Sol ve TİKKO, Teröre destek veren dış kaynaklar ve PKK’ya karşı köy korucuları üzerine, Fehmi Işıklar ile olağanüstü halin kalkması üzerine, köy korucuları, HEP ile ilgili düşünceleri üzerine, Algan Hacaloğlu ile güneydoğudaki terör üzerine, yeni hükümetle birlikte devletin yöre halkına karşı tutumu , olağanüstü hal konusunda SHP’nin ikiye bölünmesi, GAP projesi ve bir halk ayaklanması beklentisi üzerine, İsmet Sezgin ile körfez savaşının terörün fırlamasındaki yaptığı katkı üzerine, asker ve sivil yöneticiler arasındaki yetki karmaşası, gençlerin terörün kucağına düşmesini kolaylaştıran işsizlik sorunu, Hizbullah ve devlet arasındaki ilişki ve Apo üzerine, Hasan Fehmi Güneş ile Nevruz nedeniyle güneydoğuda yaşanan olaylar,askeri ve sivil yönetimin hataları, Kontrgerilla yada Hizbullah aracılığı ile devlet terörü yapıldığı iddiaları üzerine, Feridun Yazar ile HEP partisinin mecliste grup kurması, APO nun HEP konusundaki düşünceleri, Güneydoğu sorunu için somut çözüm önerileri üzerine, Ercan Karakaş ile Nevruz olayları,güneydoğu sorununun uzun vadeli çözümü için yeni bir yönetim modeli, kürt partisinin kurulması konusunda söyleşi yapmıştır.

KÜLTÜR, SİYASET VE ORDU ÜZERİNE

Son bölümde yazarın güncel olaylardan yola çıkarak yazdığı yazılar bulunuyor. Güncel olaylardan yola çıkan , ama kalıcı nitelikteki bazı yazılar…

Yazarın kültür, siyaset ve ordu üzerine yazdığı yazılardan bazıları:

CHP’nin kapatılması bile TDK ve TTK’nın devletleştirilmesi kadar Atatürk’e saygısızlık oluşturmadı. Çünkü bu iki derneğin devletleştirilmesi, her yurttaşa tanınmış olan miras hakkının esirgenmesi ile Atatürk’ün miras hakkının çiğnenmesiyle gerçekleştirildi. Hukuk çiğnendi.

Öyle dönemler oldu ki, Türkiye’de değişen her iktidarla birlikte devletin dili, kitapları değişti. Devlet tiyatrlarındaki oyunlar değişti. Ama bu yazboz tahtası içinde Türk Dil ve Tarih Kurumları doğrultularını ve etkinliklerini korudular. Çünkü siyasal iktidarlardan bağımsızlardı.Çünkü demokratik bir yapıya sahiptiler.

Yazar iki yazısında aşağılık duygusu başlığı altında Türkçede kullanılan yabancı kelimelere yer vermiştir. Bir çok siyaset adamının, televizyon sunucularının konuşurken bazı Türkçe kelimeler yerine yabancı karşılıklarını kullandıklarını ve bunun aslında bir aşağılık duygusundan kaynaklandığını vurgulamakyadır.

YÖK başkanı Doğramacı’nın yaptığı haksız uygulamalardan bahsetmiştir. Ondan sonra gelen Sağlam’ın da aslında aynı politikayı devam ettirdiğini söylemiştir.

12 Eylül devrimi ile ilgili bir yazıya yer vermiştir ve aslında bunu gerçekleştiren generallerin bazı gerçekleri göremediklerini ve yanlış yaptıklarını yazmıştır.